Scientia, Fortitudo et Virtus (Bilgi, Cesaret ve Fazilet)
nasıl bir eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nasıl bir eğitim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2016

Başarıyı Köreltenler: Okullar!

Kaliteli bir eğitimin nasıl olması gerektiği tüm zamanların en tartışılan konuları arasında olmuştur. Ancak bu, "kalite"den ne kastettiğimize bağlıdır. 

Kast ettiğimiz şey, öğrencilerimizin sadece test skorları ise büyük bir hata yapıyoruz demektir. Çünkü toplumun sorunlarını çözmek, ihtiyaçlarını karşılamada yardımcı olacak bir şeyler üretmek istiyorsak, gerçek yaşamda önümüze soru banklarındaki soruların cevaplarını ezberlemekten daha fazlası çıkar. 

Peki okullar ne yapar?
Okullarına ve eğitimlerine gözleri ışıltı dolu bir hevesle başlayan çocukların heveslerini kursaklarında bırakırlar...

Nasıl mı?
Çocukların inanılmaz hayal güçlerini absürt bularak, yaratıcı fikirlerini küçümseyerek ve sonu gelmeyen soruları için bıkkınlık tavrı sergileyerek.

Sonuç?
Kendimiz gibi birçok konuda bilgisi olan, fakat kafasındaki bu ezbere bilginin kölesi durumuna gelmiş normalize bir insan.

"Çocuklarıma asla bir şeyler öğretmeye çalışmam. Onlara öğrenecekleri bir ortam sağlarım."
-Albert Einstein

Bundan daha veciz bir söz ne olabilir.

Allah aşkına üniversitelerimizi bir düşünün...

Çoğu kendilerine gelen öğrencilere halihazırda bilinenlerden başka ne öğretiyor? Zaten bu soru yanlış... "Öğretmek!"

Hangi devirde yaşıyoruz. Çocuklar senin o "öğrettim" dediğin şeyleri İnternet'ten de öğrenebilirler. Böylece rahatlarını bozmadan okula gelip dört duvar arasında vermiş olduğun sıkıcı nutuklardan da kurtulmuş olurlar.

Sadece bilgi yüklenmenin bir anlam ifade etmeyeceğini bilmeliyiz. Eğer etseydi bugün hemen her alanda en gelişmiş ülkeler olan Amerika, İngiltere ve Almanya'nın açlıktan ölmeleri gerekirdi. Mesele öğrenmiş olduğun bilgi ile ne yaptığındır... Bu konudaki bir yazımı burada okuyabilirsiniz.

Önemli olan onlara öğretmeyi değil "anlama" veya "anlamlandırma"yı göstermek, yaratıcılıklarını ortaya koyacak bir ortam sağlamaktır. Sayfa sayısı binlerle ifade edilen ders kitaplarındaki kuru gerçekleri sıralayıp, sonucu bilinen deneyleri önlerine koyarsak kendi kendimizi tekrardan başka ne işe yarayacaktır. 

Bunu yaparsak öğrenci, zaten her şeyin bulunup keşfedilmiş olduğunu, bunlarla ilgili bilginin kitaplarda yazılı olduğunu, kendilerine düşenin bu kitaplardaki sonu gelmez kavram ve konuları ezberlemek olduğunu düşünecek ve merakı, dolayısı ile üreticiliği, keşfetme hazzı tamamen dumura uğrayacaktır. Bu konuda yine Einstein aynen şunu söylüyor: "Bu çeşit formal bir eğitimle merakımın tamamen yok olmadığına hayret ediyorum". 

Zaten bu değil midir ki ülkemin güzel insanı diplomasını cebine koyduğunda artık her şeyin bitmiş olduğu kanısına varır ve bırakın araştırma ve üretmeyi, okumayı bile rafa kaldırır. Bu konudaki bir yazımı burada okuyabilirsiniz.

Çocuklarımızın öğrenme, anlama, problem çözme, keşfetme, üretmeleri için bilinenlerden çok bilinmeyenleri tartışmalı ve onların meraklarını daha da ileri taşıyacak uygulamalar yapmalıyız. Böylece çocuklarımızın kendine güveni gelir ve henüz bilinmeyen dünya kadar konu içinde kendilerinin de çözebileceği, keşfedeceği şeyler olabileceğinin fevkine varırlar...

Ne zaman iflah oluruz? 

Karşımızdaki öğrencilere medrese hocası edası ile her şeyi kendimizin bildiğini veya kitaplarda yazılı olduğunu, onlara düşenin ise hiç bir şey sormadan, yorum yapmadan bizi dinlemeleri, kitaplardakini okuyup ezberlemeleri olduğunun yanlış bir yol olduğunu anlarsak... 

11 Mart 2016

İnsanımız Okumaktan Neden Nefret Eder?

Çünkü, eğitim sistemimiz ve aile ortamımız okumayı bir "ceza" olarak sunar da onun için.

Küçücük çocuklara:
"Çocuğum kitabını oku, dersini çalış sonra seni sinemaya götürelim ya da biraz bilgisayar oyunu oynarsın" türünden birşeyler demiyen var mı?

Bu sözün çocuğun kafasındaki gizli anlamı şu: 
"Okumak zor, zahmetli, sıkıcı bir iştir. Eğer sen bu cezaya katlanırsan, seni sinema veya bilgisayar oyunu ile ödüllendireceğiz"

Böyle bir ortamda büyüyen çocukların şuur altına ileriki yaşamlarında "okumak" lafzı "ceza" ile eşdeğerde bir şey olarak kazınır kalır.

Bunun sonucu, üniversitelerde öğrenciler kalem, kitap, defter yerine pahalı iPhone, Samsung, vs telefonlarla gelirler, İnternet'te  amaçsız biçimde oradan oraya savrulurlar. Hepsi çok okuyan toplumlar tarafından yapılmış günümüzün bu araçlarını bizler sadece tüketir, ağzımız açık bakarız.

Okuma aşkının aşılandığı bir toplumun bireyi ile, okumanın "ceza" olarak görüldüğü bir toplumun bireyi arasındaki farkı aşağıdaki fotoğraflardan daha çarpıcı biçimde ne ifade edebilir?
Sokakta yaşayan evsiz-barksız adamdan, tren bekleyen bayana kadar her şart altında ve her ortamda okuyan insanların olduğu bir toplumla, okumaktan nefret eden toplumlardaki bireyler arasındaki kültür, buluş, icat ve üretme farkını varın siz düşünün. 

Bırakın parkta, durakta, otobüste, uçakta okumayı yukarıdaki gibi bir görüntüyü üniversite kampüslerimizde bile zor görürsünüz. İki- üç genç insanın şu kampüste ellerinde kitap, bir arada oturduklarını görsem dişimi kıracağım!

Ondan sonra oturur kös kös düşünürüz. İlaçtan araca neden her şeyi gavur milletinden alıyoruz, bizim neyimiz eksik?  diyerek...

Malatya'dan İstanbul'a (bu bir örnektir) 18 saat otobüs yolculuğu yapar ve bu süreyi önümüzdeki koltuğa ya da yolcuların ensesine bakarak değerlendirirsek, yukarıdaki soruyu daha çok sorarız.

29 Temmuz 2015

Dünyanın En Zeki Çocukları- Bilginin kölesi mi, yoksa sahibi mi olmak!

Kısaca PISA Testi olarak bilinen ve 3 yılda bir tekrarlanan OECD'nin Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı, 15 yaşındaki öğrencilerin Matematik, Fen ve Dil Bilgisindeki skolastik performansını ölçmektedir. Bu konuyu ele alan yeni ve ilginç bir kitapta “The Smartest Kids in the World: And How They Got That Way (Dünyanın En Zeki Çocukları: Nasıl Öyle Oldular?)” Amanda Ripley ilgili ülkelere gidip onların eğitim sistemini detayları ile incelemiş ve öğrencilerin neden başarılı veya başarısız olduklarını anlamaya çalışmıştır.

Bunun için Matematik, Fen ve Dil Bilgisi testlerinde dünyada en yüksek skorları alan iki ülkeyi özellikle karşılaştırmıştır: Finlandiya ve Güney Kore.


ABD öğrencilerinin matematikteki dünya sıralamasının 26, fen sıralamasının 17, dil eğitimi, okuma ve anlamada 12. sırada olduğu bu listeye göre, Finlandiya ve Güney Kore öğrencileri nasıl oluyor da birinci ve ikinci sırada bulunmaktadırlar?


Aslında her iki ülkenin eğitim sistemi neredeyse birbirinin zıttı: Güney Kore’de “düdüklü tencere” modeli, Finlandiya’da ise “muhakeme etme” modeli uygulanmakta.


Yani, Güney Kore’de öğrenciler günün hepsini çalışmakla geçirmekte, anne-babaları, öğretmenler, özel eğiticiler tarafından her konuda sürekli ve hummalı bir çalışma içine sokulmaktadırlar. Diğer bir deyimle, tencereye her türlü şey atılmakta (buna bilgi denirse!) ve basınç altında kaynatılmaktadır. Bu, bazı yönleri ile ülkemizdeki eğitim modeline benzemektedir.


Finlandiya’da ise “ne kadar öğrendin?” değil hayal etmeye dayalı “neyi, niçin öğrendin?” önemli olmaktadır. Finlandiya için diğer önemli bir tespit ise, üniversite sınavlarında öğretmenlik bölümlerine girmenin tıp fakültesine girmekten daha yüksek bir puan gerektirdiği ve öğretmenlerin toplumun en yüksek gelirli çalışanları arasında olmasıdır.

Taklitlerinin orijinallerinden daha iyi yapıldığı bu uzak Asya ülkelerindeki yüksek ekonomik performansa rağmen, neden Nobel Ödülü alacak derecede orijinal keşifler yapılmadığını (yapılamadığını) ve bu ödülleri PISA testinde oldukça alt sıralarda olan ülkelerin (ABD, Almanya, İngiltere, Fransa, hatta İsrail) her yıl süpürüp götürdüğünü merak ettiniz mi?