Scientia, Fortitudo et Virtus (Bilgi, Cesaret ve Fazilet)

18 Ekim 2021

Bağışıklık Sistemi ve Yetmezliği

 Gönderi tarihi 

living-with-an-immunocompromised-system-and-covid-19-722x406Bağışıklık sistemi, çeşitli farklı hücre tiplerinden ve proteinlerden oluşur. Her öğe, yabancı maddeyi tanımayı ve ona tepki vermeyi amaçlayan belirli bir görevi yerine getirir.

Bağışıklık Sisteminin Organizasyonu ve Gelişimi

Bağışıklık sistemi, enfeksiyona karşı birlikte çalışan hücre ve proteinler arasında mükemmelbir işbirliğidir. Bu hücreler ve proteinler, kalp veya karaciğer gibi tek bir organ oluşturmazlar. Bunun yerine, bağışıklık sistemi enfeksiyona hızlı yanıt vermek için vücudun her yerinde bulunur (Şekil). Hücreler kan dolaşımında veya lenfatik adı verilen özel damarlar içinde hareket eder. Lenf düğümleri ve dalak, hücreden hücreye iletişimi kolaylaştıran yapılar sağlar.

Bağışıklık sisteminin iki hücresi (sırasıyla B hücreleri ve T hücreleri) sırası ile kemik iliği (bone marrow) ve timus‘ta eğitilirler. Bağışıklık sisteminin tüm hücrelerinin gelişimi, kemik iliğinde hematopoietik (kan oluşturan) kök hücreler ile başlar (Şekil). Bunlara “kök” hücre denmesinin sebebi, diğer tüm özelleşmiş hücrelerin ondan doğmasıdır. Tam bir bağışıklık sistemi oluşturma kabiliyeti nedeniyle, bunlar bir kemik iliği veya hematopoietik kök hücre naklinde en önemli hücrelerdir. Embriyonik kök hücrelerle ilgili olsalar da, bunlar farklı bir hücre tipidir. Çoğu durumda, bir hücre tipinin gelişimi diğer hücre tiplerinden bağımsızdır.

İmmün yetmezlikler, bağışıklık sisteminin yalnızca tek bir bileşenini veya birden fazla hücre ve proteini etkileyebilir.

Bağışıklık sisteminin tüm bileşenleri birbiriyle etkileşim halinde olsa da, genellikle iki geniş bağışıklık tepkisi göz önünde bulundurulur: doğuştan gelen bağışıklık sistemi ve uyarlanabilir bağışıklık sistemi.

Doğuştan gelen bağışıklık tepkileri, “eğitim” gerektirmeyen hücrelerle olur. Bu hücreler arasında nötrofiller, monositler, doğal öldürücü (NK) hücreler ve tamamlayıcı (kompleman) proteinler olarak adlandırılan bir dizi protein bulunur. Enfeksiyona karşı doğuştan gelen tepkiler hızlı ve güvenilir bir şekilde gerçekleşir. Bebeklerin bile mükemmel doğuştan bağışıklık tepkileri vardır.

Uyarlanabilir bağışıklık tepkileri ikinci kategoriyi oluşturur. Bu tepkiler, kendi hücrelerimize saldırmamayı öğrenmek için “eğitim” gerektiren iki hücre türü içerir: T hücreleri ve B hücreleri. Uyarlanabilir yanıtların avantajları, uzun ömürlü bellekleri ve yeni mikroplara uyum sağlama becerileridir.

Her iki bağışıklık tepkisi kategorisinin merkezinde, yabancı istilacıları kendi dokularımızdan ayırt etme yeteneği vardır. Hızlı yanıt verme yeteneklerinden dolayı, doğuştan gelen tepkiler genellikle bir “istilaya” ilk yanıt verir. Bu ilk yanıt, tamamen etkinleştirilmesi birkaç gün sürebilen uyarlanabilir yanıtı uyarır ve tetikler.

Yaşamın erken dönemlerinde doğuştan gelen tepkiler en belirgindir. Yeni doğan bebekler annelerinden antikor alırlar ancak birkaç hafta boyunca kendi antikorlarını üretmezler.

Uyarlanabilir bağışıklık sistemi doğumda işlevseldir, ancak optimal hafıza tepkileri için gerekli deneyimi kazanmamıştır. Bu hafıza oluşumu yaşam boyunca meydana gelse de, immünolojik deneyimdeki en hızlı kazanç doğum ile üç yaş arasındadır. Her bulaşıcı maruziyet, hücrelerin eğitimine yol açar, böylece aynı enfeksiyona ikinci bir maruziyete yanıt, daha hızlı ve daha büyüktür.

Yaşamın ilk birkaç yılında, çoğu çocuk çok çeşitli enfeksiyonlara yakalanır ve bu spesifik enfeksiyonlara yönelik antikorlar üretir. Antikoru üreten hücreler enfeksiyonu “hatırlar” ve ona uzun süreli bağışıklık sağlar. Benzer şekilde, T hücreleri vücudun karşılaştığı virüsleri hatırlayabilir ve aynı virüsle tekrar karşılaştıklarında daha güçlü bir tepki verebilir. Erken çocuklukta adaptif bağışıklık sisteminin bu hızlı olgunlaşması, yaşla birlikte neyin normal olduğuna dair beklentiler değiştiği için küçük çocukları test etmeyi zorlaştırır. Uyarlanabilir bağışıklık sisteminin aksine, doğuştan gelen bağışıklık sistemi doğumda büyük ölçüde sağlamdır.

Bağışıklık Sisteminin Ana Organları

immune_system_figure_1

A. Timus: Timus göğsün üst kısmında bulunan bir organdır. Olgunlaşmamış lenfositler kemik iliğini terk eder ve olgun T lenfositleri olmak üzere “eğitildikleri” timusa giden yolu bulur.

B. Karaciğer: Karaciğer , tamamlayıcı (kompleman) sistemin proteinlerini sentezlemekten sorumlu ana organdır. Ek olarak, kan dolaşımı ile gelen bakterileri yutan çok sayıda fagositik hücre içerir.

C. Kemik İliği: Kemik iliği, bağışıklık sisteminin tüm hücrelerinin primitif (farklılaşmamış) kök hücrelerden gelişmeye başladığı yerdir.

D. Bademcikler: Bademcikler boğazdaki lenfositlerin bir birikmesidir.

E. Lenf Düğümleri: Lenf düğümleri, vücuttaki B lenfositleri ve T lenfositlerin birer koleksiyonudur. Hücreler birbirleriyle iletişim kurmak için lenf düğümlerinde bir araya gelir.

F. Dalak: Dalak, T lenfositleri, B lenfositleri ve monositlerin bir koleksiyonudur. Kanı filtrelemeye yarar ve bağışıklık sistemindeki organizmalar ve hücrelerin etkileşime girmesi için bir alan sağlar.

G. Kan: Kan, bağışıklık sisteminin hücrelerini ve proteinlerini vücudun bir bölümünden diğerine taşıyan dolaşım sistemidir.

Bağışıklık Sisteminin Hücreleri

immune_system_figure_2
Bağışıklık hücreleri

A. Kemik iliği: Vücuttaki bağışıklık sistemindeki hücrelerin çoğunun olgunlaşmamış veya kök hücreler olarak üretildiği bölge.

B. Kök hücreler: Bu hücreler, bağışıklık sisteminin farklı hücrelerine farklılaşma ve olgunlaşma potansiyeline sahiptir.

C. Timus: Göğüste bulunan ve olgunlaşmamış lenfositlere olgun T lenfositlere dönüşme talimatı veren bir organdır.

D. B-Hücreleri: Bu lenfositler kemik iliğinde ortaya çıkar ve plazma hücrelerine dönüşerek immünoglobülinleri (antikorlar) üretir.

E. Sitotoksik T hücreleri: Bu lenfositler timusta olgunlaşır ve enfekte olmuş hücrelerin öldürülmesinden sorumludur.

F. Yardımcı T hücreleri: Bu özelleşmiş lenfositler, işlevlerini yerine getirmeleri için diğer T hücrelerine ve B hücrelerine “yardımcı olur”.

G. Plazma Hücreleri: B hücrelerinden gelişen bu hücreler, serum ve sekresyonlar için immünoglobulin yapan hücrelerdir.

H. İmmünoglobulinler: Antikor olarak da bilinen bu oldukça özelleşmiş protein molekülleri, çocuk felci gibi yabancı antijenlere kilit ve anahtar gibi uyar. Çeşitleri o kadar geniştir ki çevremizdeki tüm olası mikroorganizmalara uyacak şekilde üretilebilirler.

I. Nötrofiller (Polimorfonükleer PMN Hücresi): Kanda bulunan ve mikroorganizmaları hızla yutan ve öldüren bir hücre türüdür.

J. Monositler: Kan dolaşımında bulunan ve dokulara göç ettiğinde bir makrofaja dönüşen bir tür fagositik hücre.

K. Kırmızı Kan Hücreleri: Akciğerlerden dokulara oksijen taşıyan kan dolaşımındaki hücreler.

L. Trombositler: Kan dolaşımında bulunan ve kanın pıhtılaşmasında önemli olan küçük hücreler.

M. Dendritik Hücreler: Bağışıklık sistemi hücrelerine antijenin sunulmasında önemli hücreler.

Bağışıklık Sisteminin Bileşenleri

Bağışıklık sisteminin hücreleri, lenfositler (T hücreleri, B hücreleri ve NK hücreleri), nötrofiller ve monositler / makrofajlar olarak kategorize edilebilir. Bunların hepsi beyaz kan hücreleridir. Bağışıklık sisteminin ana proteinleri ağırlıklı olarak sinyal proteinleri (sitokinler), antikorlar ve tamamlayıcı (kompleman) proteinlerdir.

Bağışıklık Sisteminin Lenfositleri

B Hücreleri

B hücreleri (bazen B lenfositler olarak adlandırılır ve genellikle laboratuvar raporlarında CD19 veya CD20 hücreleri olarak adlandırılırlar), ana işlevi antikor (ayrıca immünoglobülinler veya gama globülinler olarak da adlandırılırlar) üretmek olan bağışıklık sisteminin özel hücreleridir. B hücreleri, kemik iliğinde hematopoietik kök hücrelerinden gelişir. Kemik iliğinde olgunlaşırlarken, B hücreleri kendi sağlıklı dokularımıza karşı antikor üretmemeleri için eğitilirler. Olgunlaşan B hücreleri kemik iliğinde, lenf düğümlerinde, dalakta, bağırsağın bazı bölgelerinde ve kan dolaşımında bulunabilirler.

B-hucre-lenfosit-aktivasyonu-antikor-uretimi-nasil-olur-242999
B hücreleri (Prof. Dr. Mustafa Özdoğan’ın izniyle… Link..)

B hücreleri yabancı maddelerle (antijenler) karşılaştığında, plazma hücreleri adı verilen başka bir hücre tipine olgunlaşarak yanıt verirler. B hücreleri aynı zamanda, aynı enfeksiyonla tekrar karşılaşıldığında hızlı bir tepkiye izin veren hafıza hücrelerine de olgunlaşabilir. Plazma hücreleri, antikorları bol miktarlarda üreten olgun hücrelerdir. Plazma hücrelerinin ana ürünü olan antikorlar, kan dolaşımına, dokulara, solunum salgılarına, bağırsak salgılarına ve hatta gözyaşlarına girerler. Antikorlar, oldukça özelleşmiş serum protein molekülleridir.

Her yabancı antijen için, kilit ve anahtar gibi o antijene uyacak şekilde özel olarak tasarlanmış antikor molekülleri vardır. Örneğin, poliovirüse (çocuk felci virüsü), difteriye ve kızamık virüsüne fiziksel olarak uyan antikor molekülleri vardır. B hücreleri, çevremizdeki neredeyse tüm mikroplara karşı sayısısız çeşitte farklı antikor molekülleri üretirler. Bununla birlikte, her plazma hücresi yalnızca bir tür antikor üretir.

Antikor molekülleri bir mikroorganizmayı yabancı olarak algıladığında, ona fiziksel olarak bağlanır ve sonunda mikropu yok etmeye çalışan bağışıklık sisteminin diğer bileşenlerini de içeren karmaşık bir olaylar zincirini başlatırlar. Antikorlar, vücuttaki özel işlevlerine göre değişir. Bu varyasyonlar, antikorun kimyasal yapısı tarafından belirlenir ve bu da antikorun (veya immünoglobülin) sınıfını belirler.

Beş ana antikor sınıfı vardır (IgG, IgA, IgM, IgD ve IgE). IgG’nin dört farklı alt sınıfı vardır (IgG1, IgG2, IgG3, IgG4). IgA’nın iki alt sınıfı vardır (IgA1 ve IgA2).

Her bir immünoglobulin sınıfı, kendisine belirli işlevler sağlayan farklı kimyasal özelliklere sahiptir (Şekil). Örneğin IgG antikorları büyük miktarlarda oluşur, birkaç hafta dolaşımda kalır ve kan dolaşımından dokulara kolayca ulaşır. Yalnızca IgG plasentayı geçer ve anneden yenidoğana bir miktar bağışıklık aktarır.

IgA sınıfı antikorlar, mukus zarlarının yakınında üretilir ve solunum yolu ve bağırsaklardaki enfeksiyona karşı koruma sağladıkları gözyaşı, safra, tükürük ve mukus gibi salgılara girerler. IgA’nın bir kısmı dolaşımda da görülür.

IgM sınıfı antikorlar, enfeksiyona yanıt olarak oluşan ilk antikorlardır. Bir enfeksiyonun ilk günlerinde korunmada önemlidirler.

IgE sınıfının antikorları, alerjik reaksiyonlardan sorumludur.

Antikorlar, vücudu enfeksiyona karşı birkaç farklı yolla korur. Örneğin, virüsler gibi bazı mikroorganizmalar, bir enfeksiyona neden olmadan önce vücut hücrelerine bağlanmalıdır, ancak bir virüsün yüzeyine bağlanan antikorlar, virüsün konakçı hücreye bağlanma kabiliyetine müdahale edebilir. Ayrıca bazı mikroorganizmaların yüzeyine bağlanan antikorlar, bazı bakteri veya virüsleri doğrudan öldürebilen tamamlayıcı (kompleman) sistem adı verilen bir grup proteinin aktivasyonuna neden olabilir.

Antikor kaplı bakteriler, nötrofillerin yutması ve öldürmesi için antikorlarla kaplı olmayan bakterilere göre çok daha kolaydır. Antikorların tüm bu etkileri, mikroorganizmaların vücut dokularını başarılı bir şekilde istila etmesini ve ciddi enfeksiyonlara neden olmasını engeller.

Plazma hücreleri uzun ömrü olup, yıllar önce bizi enfekte eden virüslere ve bakterilere karşı bağışıklığımızı korumamızı sağlar. Örneğin, insanlar kızamık virüsünün canlı aşı suşları ile tam olarak aşılanmış olduklarında, plazma hücrelerini ve antikorları yıllarca tuttukları ve bu antikorlar enfeksiyonu önledikleri için neredeyse hiçbir zaman artık kızamığa yakalanmazlar.

T Hücreleri

T hücreleri (bazen T lenfositler ve bilimsel raporlarda genellikle CD3 hücreleri olarak adlandırılır) başka bir bağışıklık hücresi türüdür. T hücreleri, virüslerle enfekte olan hücrelere doğrudan saldırır ve ayrıca bağışıklık sisteminin düzenleyicileri olarak hareket ederler.

t-cells

T hücreleri, kemik iliğindeki hematopoetik kök hücrelerden üretilir, ancak gelişimlerini timusta tamamlarlar. Timus, göğüste bağışıklık sisteminin papyon (kelebek) seklinde olan özel bir organıdır. Timus içinde, olgunlaşmamış lenfositler olgun T hücrelerine (“T” timus anlamına gelir) dönüşür ve normal dokularımıza saldırma potansiyeline sahip T hücreleri ortadan kaldırılır. Timus bu süreç için çok önemlidir ve fetüste timüs yoksa T hücreleri gelişemez. Olgun T hücreleri timustan ayrılır ve dalak, lenf düğümleri, kemik iliği ve kan gibi bağışıklık sisteminin diğer organlarını doldurur.

Bir antikor molekülünün belirli bir antijenle reaksiyona girmesi gibi, her bir T hücresi belirli bir antijenle reaksiyona girer. Aslında, T hücrelerinin yüzeylerinde antikorlara benzer moleküller bulunur. Farklı T hücrelerinin çeşitliliği o kadar geniştir ki, vücut neredeyse tüm antijenlere karşı tepki verebilen T hücrelerine sahiptir.

T hücreleri, antijeni tanımak için farklı yeteneklere sahiptir ve işlevlerinde çeşitlilik gösterir. “Katil” veya sitotoksik T hücreleri (genellikle CD8 T hücreleri olarak bilinirler), yardımcı T hücreleri (genellikle CD4 T hücreleri olarak bilinirler) ve düzenleyici T hücreleri vardır. Her birinin bağışıklık sisteminde farklı bir rolü vardır.

Katil veya sitotoksik T hücreleri, enfekte olmuş hücrelerin gerçek imhasını gerçekleştirir. Katil T hücreleri, bizi hücrelerimize giren ve orada çoğalabilen belirli bakteri ve virüslerden korur. Katil T hücreleri, böbrek nakli gibi vücuttaki yabancı doku ve organlara da yanıt verir. Bunun için, katil hücreler enfeksiyon bölgesine göç etmeli ve yabancı ajanın yok edilmesini sağlamak için doğrudan hedefine bağlanmalıdır.

Adından da anlaşılacağı üzere yardımcı T hücreleri, B hücrelerinin antikor üretmesine ve yabancı maddelere saldırılarında öldürücü T hücrelerine yardımcı olurlar.

Düzenleyici T hücreleri, diğer T lenfositlerini baskılar veya işlevsizleştirir. Düzenleyici hücreler olmadan, enfeksiyon tedavi edildse bile bağışıklık sistemi çalışmaya devam eder ki bu istenmeyen bir durumdur. Düzenleyici T hücreleri olmadan, vücudun enfeksiyona “aşırı tepki verme” potansiyeli vardır. Düzenleyici T hücreleri, lenfosit sisteminin termostatı gibi görev görür ve onu yeterince açık tutar (ne çok fazla ne de çok az).

İmmünoglobulin Yapısı

immune_system_figure_3

Her bir immünoglobulin sınıfı veya türü, diğerleriyle ortak özellikleri paylaşır. Hepsinde, spesifik olarak yabancı antijen ile birleşen antijen bağlama bölgeleri vardır.

A. IgG: IgG vücuttaki başlıca immünoglobülin sınıfıdır ve dokularda olduğu kadar kan dolaşımında da bulunur.

B. Salgılayıcı IgA: Salgı IgA, bir J-zinciri ile birleştirilmiş ve bir salgı parçasına bağlanmış iki IgA molekülünden oluşur. Bu modifikasyonlar, salgı IgA’nın mukus, bağırsak sıvıları ve gözyaşlarına salgılanmasına izin verir ve bu alanları enfeksiyondan korur.

C. IgM: IgM, birbirine bağlı beş immünoglobulin molekülünden oluşur. Enfeksiyonda çok erken oluşur ve tamamlayıcıyı (kopleman) çok kolay aktive eder.

NK Hücreleri

Doğal öldürücü (NK) hücreler, virüslerle enfekte olan hücreleri kolayca öldürdükleri için bu şekilde adlandırılırlar. T hücrelerinin gerektirdiği “timik eğitimi” gerektirmedikleri için “doğal katil” hücreler oldukları söylenir. NK hücreleri kemik iliğinden türetilir ve kan dolaşımında ve dokularda nispeten düşük sayılarda bulunurlar. Virüslere karşı savunmada ve muhtemelen kanseri önlemede de önemlidirler.

NK hücreleri, virüs bulaşmış hücrelere öldürücü bir kimyasal iksir enjekte ederek öldürürler. Herpes virüslerine karşı savunmada özellikle önemlidirler. Bu virüs ailesi, herpesin geleneksel uçuk formunu (herpes simpleks), Epstein-Barr virüsünü (bulaşıcı mononükleozun nedeni) ve suçiçeği virüsünü içerir.

Nötrofiller

Nötrofiller veya polimorfonükleer lökositler (PMN’ler), tüm beyaz kan hücresi türlerinin en çok sayıda bulunanlarıdır. Tüm beyaz kan hücrelerinin yaklaşık yarısını veya daha fazlasını oluştururlar. Aynı zamanda granülositler olarak da adlandırılırlar ve tam kan sayımının bir parçası olarak laboratuvar raporlarında ifade edilirler (diferansiyel CBC). Kan dolaşımında bulunurlar ve birkaç dakika içinde enfeksiyon bölgelerine geçebilirler. Bu hücreler, bağışıklık sistemindeki diğer hücreler gibi, kemik iliğindeki hematopoetik kök hücrelerden gelişirler.

b-lenfosit-hucre-kan-ve-bagisiklik-sistemi-hucreleri-643539
Hematopoetik (değişik kan hücrlerine dönüşen) kök hücreler (Prof. Dr. Mustafa Özdoğan’ın izniyle… Link..)

Enfeksiyon sırasında kan dolaşımındaki nötrofil sayısı artar ve bazı enfeksiyonlarda görülen yüksek beyaz kan hücresi sayısını ifade ederler. Bir enfeksiyonun ilk birkaç saatinde kan dolaşımını terk eden ve dokularda biriken hücrelerdir ve “irin” oluşumundan sorumludurlar. Başlıca rolleri bakteri veya mantarları yutmak ve onları öldürmektir. Öldürme stratejileri, enfekte olan organizmaları özel hücre zarı paketlerinde yutmaya dayanır ve bu zar paketleri daha sonra mikroorganizmaları öldüren toksik kimyasallar içeren nötrofilin baska bölgesi ile birleşir.Virüslere karşı savunmada çok az rolleri var.

Monositler

Monositler, nötrofillerle yakından ilişkilidir ve kan dolaşımında dolaşırken bulunurlar. Beyaz kan hücrelerinin yüzde 5-10’unu oluştururlar. Ayrıca karaciğer ve dalak gibi organlardaki kan damarlarının duvarlarını da kaplarlar. Burada mikroorganizmalar geçerken kandaki mikroorganizmaları yakalarlar. Monositler kan dolaşımını terk edip dokulara girdiklerinde şekil ve boyut değiştirerek makrofaj haline gelirler. Makrofajlar, mantarları ve tüberkülozun ait olduğu bakteri sınıfını (mikobakteriler) öldürmek için gereklidir. Nötrofiller gibi, makrofajlar da mikropları yutar ve öldürmek için yabancı istilacıya toksik kimyasallar gönderirler.

Makrofajlar nötrofillerden daha uzun yaşarlar ve özellikle yavaş büyüyen veya kronik enfeksiyonlar için önemlidir. Makrofajlar, T hücrelerinden etkilenebilir ve genellikle mikroorganizmaları öldürmede T hücreleri ile işbirliği yaparlar.

Sitokinler

Sitokinler vücutta çok önemli bir protein grubudur. Bu küçük proteinler, bağışıklık sistemi için hormon görevi görür. Bir tehdide yanıt olarak üretilirler ve bağışıklık sistemi için iletişim ağını temsil ederler. Bazı durumlarda, bağışıklık sisteminin hücreleri doğrudan birbirlerine dokunarak iletişim kurarlar, ancak çoğu zaman hücreler, yerel olarak veya uzaktan diğer hücrelere etki edebilen sinyal sitokinleri salgılayarak iletişim kurarlar.

Bu akıllı sistem, tehdidin durumu konusunda vücudu uyarmak için çok kesin bilgilerin hızla iletilmesine olanak tanır. Sitokinler genellikle klinik olarak ölçülmez ancak laboratuar sonuçlarında IL-2, IL-4, IL-6, vb. olarak görünebilirler. Bazı sitokinler, interlökin (IL) numaralandırma konvansiyonu başlatılmadan önce adlandırıldıklarından, farklı adlara sahiptir.

Tamamlayıcı (Kompleman) Sistem

Kompleman sistemi, enfeksiyona karşı savunmak için düzenli bir şekilde işlev gören 30 kadar kan proteininden oluşur. Kompleman sistemindeki çoğu protein karaciğerde üretilir. Kompleman sisteminin bazı proteinleri mikropları kaplayarak nötrofiller tarafından daha kolay alınmalarını sağlar. Diğer kompleman bileşenleri, nötrofilleri enfeksiyon bölgelerine çekmek için kimyasal sinyaller gönderir. Kompleman proteinler ayrıca mikroorganizmaların yüzeyinde birleşip bir kompleks oluşturabilirler. Bu kompleks daha sonra mikroorganizmanın hücre duvarını delebilir ve onu yok edebilir.

Bağışıklık Sisteminin Enfeksiyonlarla Nasıl Savaştığına Örnekler

Bakterilere karşı

Vücudumuz bakterilerle ile kaplı, çevremizdeki çoğu yüzeyde ise bolca bakteri bulunur. Derimiz ve iç mukoza zarlarımız, enfeksiyonu önlemeye yardımcı olmak için fiziksel bariyer görevi görür. Hastalık, iltihaplanma veya yaralanma nedeniyle deri veya mukoza zarları kırıldığında bakteriler vücuda girebilir. Enfektif bakteriler, dokulara girdikten sonra genellikle komplemanlar ve antikorlarla kaplanır ve bu durum nötrofillerin bakterileri yabancı bir şey olarak kolayca tanımasını sağlar. Nötrofiller daha sonra bakterileri yutar ve onları yok eder (Şekil).

Antikorlar, kompemanlar ve nötrofillerin tümü normal olarak çalıştığında, bu işlem bakterileri etkili bir şekilde öldürür. Bununla birlikte, bakteri sayısı çok fazla olduğunda veya antikor üretiminde, komplemanda ve nötrofillerde kusurlar olduğunda, tekrarlayan bakteriyel enfeksiyonlar meydana gelebilir.

Virüslere karşı

Çoğumuz virüslere sık sık maruz kalıyoruz. Vücudumuzun virüslere karşı savunma biçimi, bakterilerle savaşma şeklimizden farklıdır. Virüsler ancak hücrelerimiz içinde yaşayabilir ve çoğalabilir. Bu onların bağışıklık sistemimizden “saklanmalarına” izin verir. Bir virüs bir hücreyi enfekte ettiğinde, hücre diğer hücreleri enfeksiyona karşı uyarmak için sitokinleri serbest bırakır. Bu “uyarı” genellikle diğer hücrelerin enfekte olmasını engeller. Ne yazık ki, birçok virüs bu koruyucu stratejinin üstesinden gelebilir ve enfeksiyonu yaymaya devam eder.

Dolaşımdaki T hücreleri ve NK hücreleri, bir viral istilaya karşı uyarılır ve virüsü barındıran belirli hücreleri öldürdükleri bölgeye gelirler. Bu, virüsü öldürmek için çok yıkıcı bir mekanizmadır. Çünkü bu süreçte kendi hücrelerimizin çoğu da feda edilebilir. Yine de, bu işlem virüsü ortadan kaldırmak için verimli bir süreçtir.

Bu sırada T lenfositleri virüsü öldürürken, aynı zamanda B lenfositlerine antikor yapma talimatı verirler. Aynı virüse ikinci kez maruz kaldığımızda, antikorlar enfeksiyonu önlemeye yardımcı olur. Hafıza T hücreleri de üretilir ve ikinci bir enfeksiyona hızla yanıt verir, bu da enfeksiyonun daha hafif seyretmesini sağlar

Anti-Bakteriyel Eylem

immune_system_figure_4

Çoğu durumda bakteriler, fagositik hücrelerin, antikorların ve kompleman sisteminin işbirliği ile yok edilir.

A. Nötrofiller (Fagositik Hücreler) bakterileri (Mikrop) tutarlaralar: Mikroplar (yani bakteri vs), spesifik antikor ve komplemanlarla kaplanmıştır. Fagositik hücre daha sonra antikora ve kompleman moleküllere bağlanarak mikroplara saldırmaya başlar.

B. Mikrobun Fagositozu: Mikroba bağlandıktan sonra fagositik hücre, mikrop etrafında genişleyerek onu içine alır ve yutmaya başlar.

C. Mikrobun Yok Edilmesi: Mikrop yutulduğunda, enzim veya kimyasal torbaları mikropları vakuole boşaltılır ve orada ölümüne sebep olurlar.

Bağışıklık Sistemi ve Birincil İmmün Yetmezlik Hastalıkları

Bağışıklık yetersizlikleri, birincil bağışıklık yetersizlikleri ve ikincil bağışıklık yetersizlikleri olarak kategorize edilir. Birincil bağışıklık yetersizliğinin nedeni bağışıklığın kendisidir ve çoğu kalıtsal olabilecek genetik kusurlardır. İkincil bağışıklık yetersizlik ise başka koşullardan kaynaklandığı için bu şekilde adlandırılır.

İkincil bağışıklık yetersizlikleri yaygındır ve başka bir hastalığın parçası olarak veya belirli ilaçların bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. En yaygın ikincil bağışıklık yetersizliklerine yaşlanma, yetersiz beslenme, bazı ilaçlar ve HIV gibi bazı enfeksiyonlar neden olur.

İkincil bağışıklık yetersizlikleri ile ilişkili en yaygın ilaçlar kemoterapi ajanları ve bağışıklık baskılayıcı ilaçlar, kanser, nakledilen organ reddi veya otoimmün hastalıklardır. Diğer ikincil bağışıklık yetersizlikleri, bağırsaklarda veya böbreklerde protein kayıplarını içerir. Proteinler kaybolduğunda, antikorlar da kaybolur ve bu da düşük bağışıklık globülinlerine veya düşük antikor seviyelerine yol açar. Bu koşulların tanınması önemlidir, çünkü altta yatan neden düzeltilebilirse, bağışıklık sisteminin işlevi iyileştirilebilir veya geri kazanılabilir.

Altında yatan nedene bakılmaksızın, ikincil immün yetersizliğin tanınması ve immünolojik desteğin sağlanması yardımcı olabilir.

Birincil immün yetmezlik hastalıkları, bağışıklık sisteminin hücre ve proteinlerine içsel olan veya bağışıklık işlevinde meydana gelen temel kusurların neden olduğu bir grup bozukluktur. 400’den fazla birincil immün yetmezlik vardır. Bazıları nispeten yaygındır, diğerleri ise oldukça nadirdir. Bazıları bağışıklık sisteminin tek bir hücresini veya proteinini etkilerken, diğerleri bağışıklık sisteminin iki veya daha fazla bileşenini etkileyebilir.

Birincil immün yetmezlik hastalıkları birçok yönden birbirinden farklı olsa da, önemli bir özelliği paylaşırlar. Bunların tümü, T hücreleri, B hücreleri, NK hücreleri, nötrofiller, monositler, antikorlar, sitokinler ve kompleman sistem gibi normal bağışıklık sisteminin bir veya daha fazla elemanındaki veya işlevindeki bir kusurdan kaynaklanır. Bunların çoğu kalıtsal hastalıklardır ve X-Bağlantılı Agammaglobulinemi (XLA) veya Şiddetli Kombine Bağışıklık Yetmezliği (SCID) olan ailelerde görülür. Ortak Değişken Bağışıklık Yetersizliği (CVID) ve Seçici IgA Eksikliği gibi diğer birincil immün yetmezlikler her zaman kesin veya öngörülebilir bir şekilde kalıtsal değildir. Bu bozuklukların nedeni bilinmemekle birlikte, genetik ve çevresel faktörlerin etkileşiminin bunlarda rol oynayabileceğine inanılmaktadır.

Bağışıklık sisteminin en önemli işlevi enfeksiyona karşı koruma sağlamak olduğu için, birincil bağışıklık yetersizliği olan kişilerde enfeksiyona karşı artan bir duyarlılık vardır. Bu, tedavisi zor enfeksiyonları, alışılmadık derecede şiddetli enfeksiyonları veya olağan olmayan organizmalarla enfeksiyonları içerebilir. Enfeksiyonlar vücudun herhangi bir yerinde bulunabilir. Yaygın bölgeler sinüsler (sinüzit), bronşlar (bronşit), akciğer (pnömoni) veya bağırsak sistemidir (bulaşıcı ishal).

Bağışıklık sisteminin bir başka işlevi de sağlıklı doku (“kendi”) ile yabancı madde (“kendi olmayan”) arasında ayrım yapmaktır. Yabancı materyallere örnek olarak mikroorganizmalar, polen ve hatta başka bir bireyden nakledilmiş bir böbrek verilebilir. Bazı immün yetmezlik hastalıklarında, bağışıklık sistemi “kendisinden olanı” ve “yabancıyı” edemez. Bu durumlarda, enfeksiyona karşı artan duyarlılığa ek olarak, birincil immün yetmezliği olan kişilerde, bağışıklık sisteminin kendi hücrelerine veya dokularına sanki bu hücreler yabancı imiş gibi saldırdığı otoimmün hastalıklar da olabilir.

Ayrıca, bir enfeksiyona yanıt verme yeteneğinin büyük ölçüde sağlam olduğu, ancak bu yanıtı düzenleme yeteneğinin anormal olduğu birkaç birincil immün yetmezlik türü de vardır. Bunun örnekleri, otoimmün lenfoproliferatif sendrom (ALPS) ve IPEX (X’e bağlı immün yetmezlik sendromu, poliendokrinopati ve enteropati).

Birincil immün yetmezlik hastalıkları ilk olarak çocuklarda tanımlanmış olsa da, hastalık her yaştaki bireyde ortaya çıkabilir (her 1.200-2.000 kişiden 1’inin bir çeşit birincil immün yetmezliğe sahip olabileceği tahmin edilmektedir). Birçok ergen ve yetişkine birincil immün yetmezlik hastalıkları teşhisi konmuştur. Bu kısmen, CVID ve Seçici IgA Eksikliği gibi bazı bozuklukların ilk klinik görünümlerinin yetişkin yaşamda olabileceğinden kaynaklanmaktadır. Birincil immün yetmezliklerin birçoğu için tedaviler mevcuttur ve bu bozuklukları olan birçok insan nispeten normal hayatlarını yaşayabilir.

Kaynak ve Dikkat!

IDF Primer İmmün Hastalıklar Hasta ve Aile El Kitabı Bağışıklık Eksikliği Vakfı, ABD. Bu sayfa, herhangi bir vakaya güvenle uygulanamayacak genel tıbbi bilgileri içerir. Tıbbi bilgi ve uygulama hızla değişebilir. Bu nedenle, bu sayfa profesyonel tıbbi tavsiye yerine kullanılmamalıdır.

COVİD İlleti ve İnterferon İlişkisi: Dost mu? Düşman mı?

 Gönderi tarihi 

Vücudumuza herhangi bir virüs girdiğinde veya kanser hücreleri varsa, hücrelerimizin ilk tepkisi “İnterferon” adı verilen küçük proteinlerle onlara karşı savaş açmaktır. Bu proteinler hem “doğuştan” sahip olduğumuz hem de “sonradan kazandığımız” bağışıklıkta önemli rol oynarlar. Bağışıklık hücrelerimiz onlardan gelen direktifler doğrultusunda virüs veya kanserli hücrelere karşı savaş açarlar.

Bu bu proteinlerin 3 çeşidi var:

  • Tip I (alfa ve beta) interferonlar
  • Tip II (gama) interferonlar
  • Tip III (lambda) interferonlar

İnterferonlar (IFN’lar), viral replikasyonun inhibisyonunda (virüsün çoğalmasının önlenmesinde) önemli bir rol oynarlar.

Ancak, SARS-CoV-2 yani yeni koronavirüsün sebep olduğu COVID-19 hastalık pandemisnde interferonlarla ilgili olarak çelişkilerle dolu raporlar yayımlandı. Kimisinde “hastalığın ilerlemesinin sebebi” olarak görülürlerken, kimisinde yapay interferonlar virüse karşı “ilaç” olarak ileri sürüldüler.

Ancak naçizane görüşüm odur ki, SARS-CoV-2 enfeksiyonun başlangıcında bu IFN’lar virüsün kontrol altına alınmasında önemli rol oynarlar (tüm viral enfeksiyonlarda olduğu gibi). Fakat, COVID-19 durumunun oluşmasından sonra doğal INF’lar veya ilaç olarak kullanılan sentetik INF’lar “yangına yakıt dökmek” gibi bir duruma sebebiyet verirler.

Konumuz olan COVID-19 ve İnterfonlara dönersek…
IFN’ler, “doğuştan gelen” ve “sonradan kazanılan” bağışıklık sisteminin önemli sitokinleridir (sitokinler, bağışıklık sisteminin belirli hücreleri tarafından salgılanan ve diğer hücreler üzerinde etkiye sahip olan interferon, interlökin ve büyüme faktörleri gibi herhangi bir protein veya petid molekülü).
Viral enfeksiyonlar sırasında hücrenin örüntü (desen) tanıma reseptörleri viral nükleik asitleri (DNA veya RNA) tespit eder ve IFN’lerin üretimini teşvik eder. Tip I, II ve III IFN’lerin ifadesi gelişigüzel değildir. Örneğin, IFN-alfa ifadesi doku spesifik olup, esas olarak dendritik (yabancı, antijen dediğimiz molekülleri sunan diğer bağışıklık sistemi hücrelerine sunan) hücreler, epitel hücreleri ve hepatositler (karaciğer hücreleri) tarafından üretilir.

SARS-CoV ve influenza (grip) virüsü akciğer alveolar epitel hücrelerini enfekte eder. Viral replikasyon devam ederse, sitopatik etkilerin (viral enfeksiyonun sebep olduğu hücre morfolojisindeki değişim) yanı sıra aşırı bağışıklık yanıt nedeniyle akciğer epitel hücreleri ölür. Epitel hücrelerinin çoğalması ve farklılaşması ile bu durumun üstesinden gelinir.

viruses-interferons
Kırmızı etiketli, IFN-lambda olan (sol) ve olmayan (sağ) karaciğer donörlerinden alınan primer insan hepatositlerinin konfokal mikroskopi görüntüleri.

Ancak IFN-lambda, iyileşme için gerekli olan akciğer epitel hücre çoğalması ve farklılaşmasını bozar. Tip 1 interferonların ise bu tür negatif bir etkisinin olmadığı rapor edilmiştir.

IFN-L

COVID-19’da IFN’ların terapötik (ilaç) veya suçlu ajanlar olarak değerlendirilmesi için henüz erkendir. Bu konuda çelişkili sonuçlar rapor edilmesinden dolayı, SARS-CoV-2 enfeksiyonunda IFN’lerin akciğer patojenitesini anlamak ve kesin bir yargıya varmak için daha çok çalışmaya ve bulguya ihtiyaç vardır.

Kaynak:

Güncel…Koronavirus Aşı Takibi!

 1

Araştırmacılar koronavirüse karşı 145’ten fazla aşı geliştiriyor. Bunların 21’i insan denemelerinde. Aşılar genellikle kliniğe ulaşmadan önce yıllarca araştırma ve test gerektirir, ancak bilim adamları gelecek yıla kadar güvenli ve etkili bir aşı üretmek için yarışmaktadır.

2

Çalışmalar, Ocak 2020’de SARS-CoV-2 genomunun deşifre edilmesiyle başladı. İnsanlarda ilk aşı güvenliği denemeleri ise Mart ayında başladı, ancak henüz herşey belirsizliğini koruyor. Bazı denemeler başarısız olurken, diğerleri net bir sonuç vermeden sona erebilir. Ancak birkaç aşı, virüse karşı etkili antikorlar üretmek için bağışıklık sistemini uyarmayı başarabilir.

İnsanlarda denemeye ulaşmış olan tüm aşıların durumu ile birlikte hücrelerde veya hayvanlarda hala test edilmekte olan umut verici aşıların bir kısmı:

Aşı Test Süreci

Laboratuardan kliniğe bir aşının geliştirilme döngüsü.

3

KLİNİK ÖNCESİ TEST: Bilim insanları, bağışıklık yanıtı üretip üretmediğini görmek için aşıları önce fare veya maymun gibi hayvanlarda test eder.

FAZ I: GÜVENLİK ARAŞTIRMALARI: Bilim insanları, güvenliği ve dozajı test etmek ve bağışıklık sistemini uyardığını doğrulamak için aşıyı az sayıda insanda dener.

FAZ II: GENİŞLETİLMİŞ DENEME: Aşının değişik yaş ve cinsiyet gruplarında farklı davranıp davranmadığını anlamak için, aşı çocuk ve yaşlı gibi gruplara ayrılmış yüzlerce insana verilir. Bu denemeler, aşının bağışıklık sistemini uyarma güvenliğini ve yeteneğini daha da iyi test edip anlamamızı sağlar.

FAZ III: ETKİNLİK DENEMELERİ: Bilim insanları aşıyı binlerce kişiye verir ve plasebo (taklit) alan gönüllülere kıyasla kaç kişinin enfekte olduğunu görmeğe çalışır. Bu denemeler, aşının koronavirüse karşı koruma sağlayıp sağlamadığını belirler.

ONAY: Her ülkedeki düzenleyiciler deneme sonuçlarını gözden geçirir ve aşının onaylanıp onaylanmayacağına karar verir. Bir pandemi sırasında, bir aşı resmi onay almadan önce acil kullanım izni alabilir.

Genetik Aşılar

Bir bağışıklık tepkisini tetiklemek için koronavirüsün kendi genlerinden bir veya daha fazlasını kullanan aşılar.

4

Moderna’nın aşısı Mayıs ayında borsaya göz kırptığında sadece 8 kişiyle ilgili Faz I verilerine sahipti. Aşı, viral proteinler üretmek için haberci RNA (kısaca mRNA) kullanır. Bu Amerikan şirketi Temmuz ayında Faz III denemelerini başlattı ve 2021 yılı başında aşı dozlarını hazırlamayı umuyor.

Alman BioNTech şirketi, New York’ta bulunan Pfizer ve Çinli ilaç üreticisi Fosun Pharma ile mRNA aşısını geliştirmek için işbirliği yaptı. 1 Temmuz’da, Faz I / II denemeleri için tüm gönüllülerin SARS-CoV-2’ye karşı antikor ürettiğini açıklarken, uyku bozuklukları ve uzuvlarda şiş ve kızarıklık gibi orta derecede yan etkiler yaşadıklarını açıkladılar. Şirket, Ekim ayında aşıyı piyasaya çıkarabileceğini ve 2020’nin sonuna kadar yüz milyonlarca doz ve 2021’in sonuna kadar bir milyara kadar ulaşacağını ummakta.

Imperial College London araştırmacıları, bağışıklık sistemini uyarmak için viral bir proteinin üretimini artıran “kendini çoğaltan” bir RNA aşısı geliştirdiler. Faz I / II denemelerine 15 Haziran’da başladılar ve VacEquity Global Health adlı yeni bir şirket aracılığıyla aşı üretmek ve dağıtmak için Morningside Ventures ile ortaklık kurdular.

Hint aşı üreticisi Zydus Cadila DNA bazlı bir aşı üretti ve. 3 Temmuz’da Hindistan’da Bharat Biyoteknoloji’nin ardından Covid-19 aşı yarışına giren ikinci şirket olarak insan denemelerine başlama onayını açıkladılar.

30 Haziran’da Japon biyoteknoloji şirketi AnGes, Osaka Üniversitesi ve Takara Bio ile ortaklaşa geliştirilen DNA tabanlı bir aşı üzerinde güvenlik denemeleri başlattıklarını açıkladı.

30 Haziran’da Amerikan şirketi Inovio, DNA tabanlı aşıları hakkında ara Faz I verilerine sahip olduklarını açıkladı. Hiçbir ciddi yan etki bulamadılarını ve 36 gönüllünün 34’ünde bağışıklık tepkisi ölçtüklerini rapor ettiler. Şirket, bu yaz Faz II / III denemelerine başlamayı planlıyor.

Mart ayında, Trump yönetimi, Alman CureVac‘ı Amerika Birleşik Devletleri’ne taşımak için  başarısız bir girişimde bulundu.  Şirket, Haziran ayında mRNA aşısı için Faz I denemelerini başlattı ve yılda yüz milyonlarca aşı dozu yapabileceğini rapor etti.

Güney Koreli Genexine şirketi, Haziran ayında DNA bazlı bir aşının güvenliğini test etmeye başladı. Sonbaharda Faz II denemelerine geçmeyi bekliyorlar.

Haziran ayında Askeri Tıp Bilimleri Akademisi, Suzhou Abogen Biosciences ve Walvax Biotechnology‘deki Çinli araştırmacılar, ülkelerinin ilk güvenlik denemelerine ARCoV adlı mRNA tabanlı bir aşıda başlayacaklarını açıkladılar. Maymunlar üzerinde yapılan daha önceki çalışmaların koruyucu etkiler gösterdiği bildirildi.

Fransız ilaç şirketi Sanofi, Translate Bio ile ortaklaşa bir mRNA aşısı geliştiriyor. Sonbaharda Faz I planladıklarını açıkladılar.

Viral Vektör Aşıları

Koronavirüs genlerini hücrelere vermek ve bir bağışıklık tepkisine neden olmak için bir virüs kullanan aşılar.

5

İngiliz-İsveç şirketi AstraZeneca ve Oxford Üniversitesi tarafından geliştirilen ChAdOx1 adlı aşı bir şempanze adenovirüsüne dayanıyor. Aşı İngiltere’de Faz II / III denemesinde ve Brezilya ve Güney Afrika’da Faz III denemelerinde. Proje Ekim ayına kadar acil aşılar yapabilir. AstraZeneca, toplam üretim kapasitelerinin iki milyar dozda olduğunu belirtti.

Çinli CanSino Biologics şirketi, ülkenin Askeri Tıp Bilimleri Akademisi Biyoloji Enstitüsü ile ortaklaşa Ad5 adlı bir adenovirüs bazlı bir aşı geliştirdi. Mayıs ayında, Faz I güvenlik denemesinden umut verici sonuçlar yayınladılar. Faz II çalışmalarından elde edilen yayınlanmamış veriler, aşının güçlü bir bağışıklık tepkisi ürettiğini gösterdi.

Rusya Sağlık Bakanlığı’nın bir parçası olan Gamaleya Araştırma Enstitüsü, Haziran ayında Gam-Covid-Vac Lyo adını verdikleri bir aşı için Faz I’i başlattı. Aşıları, her ikisi de bir koronavirüs geni ile tasarlanmış iki adenovirüs, (Ad5 ve Ad26)’nın bir kombinasyonu.

Boston’daki Beth Israel Deaconess Tıp Merkezi‘ndeki araştırmacılar, maymunlarda Ad26 adlı bir adenovirüsü test ediyorlar. Johnson & Johnson ile beraber, Temmuz ayı sonunda Faz I / II denemelerine başlayacaklarını açıkladılar.

İsviçre şirketi NovartisMassachusetts Göz ve Kulak Hastanesi tarafından geliştirilen bir gen terapisi tedavisine dayanan bir aşı üretecek. Adeno ilişkili bir virüs adı verilen bir virüs, hücrelere koronavirüs gen parçalarını taşımakta. Faz I denemeleri 2020’nin sonlarında başlayacak.

Amerikan Merck şirketi Mayıs ayında “veziküler stomatit” virüslerinden bir aşı geliştireceğini açıkladı. Aynı yaklaşım, Ebola için onaylanmış tek aşıyı başarıyla üretmek için kullandı. Şirket IAVI ile ortaklık kuruyor.

Merck ayrıca, satın aldığı aldığı bir Avusturya firması olan Themis Bioscience ile birlikte çalışıyor ve kızamık virüsünü kullanarak, koronavirüs genetik materyalini hastaların hücrelerine taşımak için kullanacak ikinci bir aşı geliştiriyor.

Vaxart aşısı, koronavirüs genleri taşıyan ve adenovirüs içeren oral bir tablettir. Bu yaz Faz I duruşmalarına hazırlanıyorlar.

Protein Bazlı Aşılar

Bağışıklık tepkisini tetiklemek için bir koronavirüs proteini veya protein parçası kullanan aşılar.

6

Mayıs ayında Maryland merkezli Novavax, koronavirüs proteinlerinin fragmanlarını taşıyan mikroskopik partiküllerden oluşan bir aşı üzerinde Faz I / II denemelerine başladı. “The Coalition for Epidemic Preparedness Innovations” projeye 384 milyon dolar yatırım yapıyor.

Clover Biopharmaceuticals, koronavirüs proteini içeren bir aşı geliştirdi. Bağışıklık sistemini daha da uyarmak için aşı, İngiliz ilaç üreticisi GSK ve Amerikan şirketi Dynavax tarafından yapılan adjuvanlarla (etki artırıcı madde) birlikte verilmektedir.

Haziran ayında, Anhui Zhifei Longcom şirketi, viral proteinlerin ve bağışıklık sistemini uyaran bir adjuvanın bir kombinasyonu olan bir aşı için Çin’de Faz I denemelerine başladı. Şirket, Chongqing Zhifei Biyolojik Ürünlerinin bir parçasıdır ve Çin Tıp Bilimleri Akademisi ile ortaklık kurmuştur.

Avustralyalı şirket Vaxine Temmuz ayında  Faz I deneyleri başlattı. Aşıları, viral proteinleri bağışıklık hücrelerini uyaran bir adjuvanla birleştiriyor.

2002’deki SARS salgını sonrasında Baylor Tıp Fakültesi araştırmacıları yeni bir salgını önleyebilecek bir aşı geliştirmeye başladılar. Umut verici erken sonuçlara rağmen, araştırmaya destek devam etmedi. SARS ve Covid-19’a neden olan koronavirüsler çok benzer olduğundan, araştırmacılar projeyi Texas Çocuk Hastanesi ile ortaklaşa yeniden yapmaya başladılar.

Pittsburgh Üniversitesi tarafından PittCoVacc adı verilen bir aşı, şekerden yapılmış 400 küçük iğne ucuna sahip bir deri yamasıdır. Cilde yerleştirildiğinde, iğneler çözülür ve virüs proteinlerini vücuda salar.

Avustralya Queensland Üniversitesi’nden bir aşı, daha güçlü bir bağışıklık tepkisi vermek için değiştirilmiş viral proteinler içeriyor. Haziran ayında üniversite ve CSL, 2021’de başlayarak yılda milyonlarca doza çıkabilecek Faz I denemelerini başlatmak için bir ortaklık açıkladı. GSK, çalışmaya bağışıklık sistemini daha da uyarmak için bir adjuvan sağlıyor.

mRNA aşılarına ek olarak Sanofi, viral proteinlere dayanan bir aşı geliştiriyor. Proteinleri, böcek hücrelerinin içinde büyüyen genetik mühendislikle elde edilmiş virüsleri ile üretiyorlar. GSK bu proteinleri bağışıklık sistemini uyaran adjuvanlarla destekleyecek. Sanofi, aşı denemelerde başarılı olursa yılda en az 600 milyon doz üretebileceğini rapor etti.

Tam Virüs Aşıları

Bir bağışıklık tepkisini provoke etmek için koronavirüsün zayıflatılmış veya inaktive edilmiş bir versiyonunu kullanan aşılar.

7

Çinli şirket Sinopharm Haziran ayında Faz III. aşamasına geçeceğini duyurdu. Birleşik Arap Emirlikleri ile bir anlaşma imzalayıp virüsün ilk bu ülkede test edilmesini kararlaştırdılar.

Çocuk felci ve hepatit A için aşılar icat eden Çin Tıp Bilimleri Akademisi‘ ve Tıbbi Biyoloji Enstitüsü‘ndeki araştırmacılar, Haziran ayında inaktive bir virüs aşısının Faz II çalışmasını başlattılar.

Çinli şirket Sinovac Biotech, CoronaVac adlı inaktif bir aşıyı test ediyor. 13 Haziran’da şirket, 743 gönüllü üzerinde yapılan Faz I / II denemelerinde ciddi bir yan etki bulmadıklarını ve aşının bağışıklık tepkisi ürettiğini açıkladı. Sinovac, Çin ve Brezilya’da Faz III denemeleri hazırlıyor ve yılda 100 milyon doza kadar üretim yapacak bir tesis kuruyor.

Hindistan Tıbbi Araştırma Konseyi ve Ulusal Viroloji Enstitüsü ile işbirliği içinde, Hintli şirket Bharat Biotech Covaxin adlı bir aşı tasarladı. Aşı, Proronavirüsten proteinleri taşımak için tasarlanmış inaktive edilmiş kuduz virüsüdür. Faz I / II denemelerinin bu ay başlaması planlanıyor.

Yeniden Tasarlanmış Eski Aşılar

Covid-19’a karşı da koruyabilecek diğer hastalıklar için zaten kullanılan aşılar.

Bacillus Calmette-Guerin (BCG) aşısı, tüberküloza karşı 1900’lerin başında geliştirilmiştir. Avustralya’daki Murdoch Çocuk Araştırmaları Enstitüsü Faz III denemesi yürütüyor ve aşının kısmen koronavirüse karşı koruma sağlayıp sağlamadığı araştırılıyor.

Kaynak: Coronavirus Vaccine Tracker, By Jonathan CorumDenise GradySui-Lee Wee and